28 Ekim 2010 Perşembe

DENİZ MAVİSİ


Senin hakkında yazılan yazı, dalgalara benziyor.Kalbim ise kıyı.Her dalganın vuruşunda birkaç sözcük koparıyor deniz.Bazen gemiler geçiyor, hızlanıyor dalgalar.Daha çok vuruyor kıyıya, daha çok sözcük koparıyor.
O yüzden denizinin kokusu gibi hatırlıyorum seni.Denizin kokusu gibi; saf, temiz insana huzur ve güç veren.Her anışımda içime çekiyorum o kokuyu.Bir çocuk gibi gülümsüyorum.
Gemilerin ne yaptığı umrumda olmuyor.Ne kadar çöp atılırsa atılsın rıhtımdan, sen bambaşkasın.Ne yaparlarsa yapsınlar aynı temiz kokuyu yayıyorsun etrafa.
Henüz küçük bir çocukken çok duymuştum adını.Anlam veremezdim hiçbirine...
Sonra bakıp resmine, tamam demiştim bu, o adam olmalı ondan başkası olamaz.Gülümsüyordun öylece, birşeyler bekler gibi bakıyordun.Saf, içe işleyen bir mutluluk, huzur ve güven vardı yüzünde...
Saçlarının önü biraz dökülmüştü, çok da genç sayılmazdın doğru.Ama bakışında birşeyler vardı.Küçükken annem uyuduğunda gider yanına yatardım, gülüşünü izlemekte aynı huzuru verir bana.
Kitaplarda heybetli fotoğrafların durur hep.Kızgın bakarsın bazılarında, kalın kaşların çatılmış olur.Herkes buz mavisi gözlerinden bahseder ama ben denize benzetirim, buz kadar sert değilsin biliyorum çünkü...
Çatık olsada kaşların, lider olsanda, komutan olsanda korkmazdım senden.Ya da en fazla babamdan korktuğum kadar korkardım.Kim bilir belki de seni kırmaktan korkardım.Çalışmadığımda, yararsız her hareketimde, tembelliğimde, haylazlığımda seni kırmaktan korkardım.
Kitaplarda yazıldığın kadar sert olmadığını bilirdim.Konuşurdum bazen seninle, karnemi falan anlatırdım.Çocukluk işte...
Şimdilerde farkediyorum, uzun zamandır konuşmuyoruz.Küsmüş bir çocuk var sanki içimde.
Yinede her kaybettiğimi sandığımda inancımı, daha bir heyecanla arıyorum seni.Arıyorum hiç üşenmeden, gücenmeden gittiğine...
Biliyorum çünkü, gittiğin yer çok uzak değil.Dünyanın iki yüzlülüğünden kaçıyorum, bu yüzden seni aramak bulmaktan daha çok heyecan veriyor bana.
Bulduğumda tekrar duyuyorum denizin kokusunu...Gelecek iyi günlere inanıyorum, daha bir şevkle çalışıyorum sanki.Yani uğraşıyorum, sen rahat ol idare etmeye çalışıyorum.
Güçsüz hissedersem de denizin kokusunu duymak yeter bana.Sana duyduğum güveni hatırlarım, senin bana güvenini, sorumluluklarımı sonra...
Sensiz dönen bir dünya.Her sabah güneşin doğduğu, her sabah saatin sensizliği bildiren sesiyle uyanmak.Ve herşeye rağmen inancını kaybetmemek.
Gece...Sessizlik...Dalgalar hızlandı, hüzünlendim mi ne?Her vuruşunda kelimeler yetersizleşiyor.Saatle zaman ilişkisi gibi; zaman aktıkça saat ilerliyor.Dalga vurdukça kıyıya, kelimeler azalıyor.
Ne çok özlemişim kokunu; deniz kokusunu...
Şimdi al beni mavi kanatlarının altına.O resimdeki gibi gülümse bana, güç ver.Senin gibi ölümsüz olmak istiyorum.
Saat durdu, zaman hala akmakta.Çok geç olmadan al beni de kanatlarının altına.Daha adanacak koca bir ömür var, senin adadığın yollara...

Haldun Taner

Kaç yaşında olursanız olun öyle anlar öyle olaylar yaşarsınız ki o zaman göğüs kafesinizde yakalayamadığınız ele avuca sığmayan haylaz bir kuşun çırpınışlarını kanat seslerini duyarsınız.
Haldun Tane ile ilgili fotoğraflar, ödüller, gazete, haberleri, yayınlar, kitaplar bunları gördükçe bende bu hırçın kanat seslerini duymaya başladım. Düşündüm kendi kendime arama motoruna Haldun Taner yazarken bu kadarını düşünmüşmüydüm diye. İlk olarak bir sitede basit bir biyografi çıktı onun hakkında, okudum ama hiçbir keyif almadım doğrusu… Sırayla baktım tüm sitelere bilgiler giderek ilgi çekici olmaya başladı, okudukça hayranlığım ve şaşkınlığım arttı defalarca okudum bazı yazıları okudum okudum okudum... Onun hakkında yazmaya geldi sıra kendimi sığ ve bilgisiz hissettim bir an ama bir şeyler yazmazsam daha kötü hissedeceğim kendimi. Eee Haldun Usta ne yazmalıyım senin hakkında?
Rüzgar esiyor Çemberlitaş’ta bahar yeni gelmiş İstanbul’a çiçekler yeni yeni açmakta martın 16.günü 1915 yılı. Haldun Taner doğdu hiç ölmemek üzere…
1935 yılı Galatasaray Lisesi’nden mezun oluyor zamanla Almanya oradan İstanbul Üniversitesi en son Fransa’da tiyatro eğitimi ve Türkiye’de tiyatroyu bilim olarak okutan ilk adam Haldun Taner. Geç veriyor kendini yazarlığa 30 yaşında yazmaya başlıyor çeşitli dergilerde sonra o unutulmaz oyunları geliyor sırayla Vatan Kurtaran Şaban, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Günün Adamı, Ve Değirmen Dönerdi, Lütfen Dokunmayın, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Fazilet Eczanesi, Eşeğin Gölgesi, Ayışığında Şamata… Bunların her biri unutulmaz oyunlar ama aklında, kalbinde hala tiyatro…
Kabare tiyatrosu kurmaya karar veriyor, Zeki Alaysa, Metin Akpınar, Ahmet Gülhan ile beraber Türkiye’nin ilk kabare tiyatrosu Devekuşu Kabare kuruluyor zorluklarla.
Birçok tiyatrocu yetişiyor bu sahnelerde tıpkı Haldun Usta’nın hayal ettiği gibi… Zeki Alasya ;Haldun Taner olmasaydı Zeki- Metin ikilisi olmazdı diyor aslına bakarsanız Haldun Taner olmasaydı Türk tiyatrosu bu kadar gelişmezdi sanırım çünkü Türkiye’de epik tiyatro ve kabare tiyatrosunun öncüsü bir adamdan söz ediyoruz. Ferhan Şensoy da  denememeler kitabında cumhuriyet dönemi tiyatro sanatçılarımızın bazılarını çeşitli ağaçlara benzetiyor sıra Haldun Taner’e geldiğinde; O bir ormandır diyor.
 Büyük usta 1986 da dünyaya gözlerini kapıyor unutulmaz bir yazar olarak…
Yazının sonunda Haldun Taner’ in ilk kez 11 Ekim 1969 da sahnelenen Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyunu düşüyor aklıma ve bu oyunun unutulmaz final sahnesi tabi… Münir Özkul’un kaleminden dökülmüş ve her sanatçının kafasına kazıdığı sözler geçiyor aklımdan.
…Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider.Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olarak kalırız.Görüyorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz.Birazdan tiyatro bomboş kalacak.Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar.Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır.Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir.Hıranuş’la Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birbirinin yırtığına sığınmışlar.İşte bu hatıralar,o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar,bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.Artık kendimiz yokuz.Seyircimiz de kalmadı.Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar.Gün ağarır,temizleyiciler gelir,replikler yerlerine kaçışır.PERDE!
Seninde dediğin gibi büyük usta Her gece saat dokuzda on binlerce perde dünya döndükçe açılsın, dursun. Tiyatro olmasa, insanoğlu çok eksik, çok güdük kalırdı.
1915…2009…Bu Büyük ustayı ölümsüzlüğünün 94. Yılında tekrar selamlıyorum. 
Neşe Kayhan

Antik Yunan Tiyatrosu (deneme)

Adımınızı atıyorsunuz…
İşte adım attığınız yer tarih sahnesi…
Bir anda her şey değişiyor…
Çimenlerin üstündeki ayaklarınıza bakıyorsunuz ayaklarınızda spor ayakkabı yerine deri sandaletler var,üzerinizdeyse bol ,yerlere kadar sarkan beyaz bir giysi.Yanınızdan koşarak geçen insanların size çarpmasıyla kendinize geliyorsunuz.Kafanızı kaldırıp karşınızdaki amfitiyatroya bakıyorsunuz.Bu günümüz amfitiyatrolarından farklı yepisyeni.İçinizden ‘’günümüz mü?’’diye geçiriyor ve gülüyorsunuz.Çünkü kimbilir şuan nerede ve ne zamandasınız. Diğer insanlar gibi sizde oraya gidip ortalar da bir yere oturuyorsunuz.Baştan  ne olduğunu anlamasanız da etrafınızdaki insanların şıklığından ve heyecanından bunun bir tören olduğunu anlıyorsunuz.Amfitiyatronun ortasında sahne diyebileceğiniz yere bir takım insanlar geçmeye başlıyor. bunların sizden ve çevrenizdekilerden ayrı olduğunu fark ediyorsunuz.Hepsinin de yüzlerinde maske var ve kıyafetleri oldukça gösterişli ama aralarında en gösterişlisi olduğunu düşündüğünüz kişi öne çıkıyor ve amfitiyatroyu inleten sesiyle konuşmaya başlıyor.’’Sevgili Atina halkı,Her yıl yaptığımız gibi bu senede Bereket tanrımız dionysos adına yapılan Dionysos şenliklerine ve dramatik yarışmalara hoş geldiniz.’’Bu kişinin rahip olduğunu ve koroya da satir dendiğini hatırladıktan sonra söylediği ezgilere kulak veriyorsunuz.Çevrenizdeki her şey hızlanmaya başlıyor ve sahnedekiler de yavaşça değişiyor.Koro 50 kişiden 12 kişiye iniyor,ilk oyuncu , ilk diyaloglar,ilk kadın maskeleri ve ilk kadın karakterleri sahneye giriyor. 2 sıra önünüzdeyse thespis, Koerilios, Pratinas, Frinikos gibi yazarlar oturmuş.Ön sıranıza biri gelip oturuyor.Bu kişi  Aishylos .Sahnede persler,thebai yedilileri gibi oyunlar akıp gidiyor.Sahnede ilk hayalet oluşuverirken koroya 2 oyuncu ekleniyor.Aishlosun yanına Europides oturuyor.Sahnedeyse elektra,medea oynanırken onun yanına da sophokles oturuyor, sahnede ilk kez dekor oluşuyor ve kral oedipus oynanıyor.Bu sefer sizin yanınıza yaşlı bir adam oturuyor.Diğerleri her ne kadar sizi görmezden gelse de o sizinle konuşmaya başlıyor.
’’Dramatik yarışmalarda ortaya iki tane tiyatro türü çıkmıştır.Birincisi az önce oynanları içine alan tragedyadır.Tragedya ruhu tutkulardan arındırmak için yapılan,gururlu,asil kişilerin ve tanrıların başından geçen trajedileri anlatan bir oyun türüdür.’’
Kulağınıza gelen ezgiler değişmeye başlıyor.Sahnede ki ciddi ve maskeli koro yerine komik ve phallus takmış satirler geliyor.Daha sonra ise önünüze aristophanes gelip oturuyor.Sahne de ise barış,kuşlar gibi oyunlar hızlıca akıp geçiyor.Aristophanesin yanına menandros oturuyor ve sahneden koro kalkıyor oyunları olan budala,çifte hilekar sergileniyor.yanınızdaki yaşlı adam başlıyor sizinle tekrar konuşmaya.
‘’ bu gördüklerin ise ikinci oyun türü olan komedyaya aittir.Komedya her ne kadar eğlence ve cinsel içerikli olsa da aslında çoğusun da dönemin olaylarına,büyüklerine karşı hiciv içermektedir.Komedya kaba güldürü anlamındadır ama buna siyaseti getiren aristophanestir.Ancak menandros ise dönemin burjuva sınıfını güldürmek için kullanmıştır.Komedya da tragedyanın aksine halktan insanlar anlatılmış ve tanrılar yerine aşk teması işlenmiştir.Evet sevgili çocuğum antik yunan tiyatrosu bunlardan ibarettir.Tabi sen bunları poetikamdan okumuşsundur.’’diyor yaşlı adam ve siz bu adamın aristotales olduğunu anlayıveriyorsunuz.Tabi siz bunların bir kısmını geçen elinize geçen bir bültenden hatırlıyorsunuz.Tekrar şuana dönüp yaşlı adama bakıyorsunuz.
Yaşlı adam ilk kez size doğru dönüyor ve gülümseyerek kısık bir ses tonuyla size’’Buraya gelmeniz oldukça zor olmuştur çocuğum’’diyor.
Onun gülümseyen yüzü yavaşça silinmeye başlarken sizinde fark etmeden dudaklarınızdan dökülen karşılık ‘’Kelimelerle her şey mümkün olabilir.’’ oluyor.
Etrafınızdaki her şey eski halini almaya başlıyor…
Şimdi tarih sahnesinden iniyorsunuz… 
 Betül Gaye Dinç

Bülten 2. sayı Merhaba

Uyanmak…
Güzel bir rüyadan
Daha özlemeden geçmişi
Vuslata ermek…
Yaz sezonunu hatta bütün bir yılı böyle özetleyebiliriz aslında.
Okuyucuların yanlış anlamasını istemeyiz.Tiyatronun yazlığı kışlığı olmaz.Sadece kışın yaptığımız şeyleri bültenimizin 1.sayısından biliyorsunuz diye bizde 2. sayıyla olan aradaki olayları anlatmak için ‘’Yaz Sezonu’’dedik.
Bültenimizin ikinci sayısına gelene dek ciddi şeyler yaşadık,düştük, kalktık,ağladık,güldük,tiyatro şarabını yavaş yavaş yudumlamaya başladık hatta bu leziz şarabın üzümünde de mayalanmasında da katkımız bulundu.Gönül rahatlığıyla ve gururla söyleyebileceğimiz bir şey varsa oda ürettik.Yaz sezonu bizden çömezliğimizi aldı bizi pişirmeye başladı.Düşünün ki ağaçta açan bir çiçektik,hamdık şimdiyse meyve olmaya başlıyoruz. 
Peki yazın turta ne yaptı?
Belki daha doğrusu neler neler yaptı.öncelikle biricik oyunu bir demet nostaljinin başarısını doya doya kutladı.daha sonra eksiklerini yanlışlarını ölçtü tarttı yorumlar eleştiriler aldı üretmenin verdiği hazzı doyasıya yaşadı.
Aynı zamanda Turta bu yaz tiyatronun gizli odalarının kapılarını itti biraz ,aralamaya çalıştı.tiyatronun kuramsalına girdik anlayacağınız, oyunculukla alakalı önemli çalışmalar yaptık.kitap okuduk, yazılar yazdık.Aslında ,bunlar sayesinde sadece bir sahnede dünyaları gezdik ve nice dünyalara girdik.
Turta bununla yetinir mi dersiniz?hayır tabi…mavi balon gösteri hizmetleri sayesinde animatörlüğe de el attık üstelik bu tiyatro serüvenimizde bize oldukça katkı sağlayan bir macera oldu.
Gittiğimiz oyunlar sayesinde  izlemenin de önemli olduğunu böylece  eleştirmeyi ve bunu kendi oyunculuğumuza yedirmeyi öğrendik.
En önemlisi bu yaz içimizde ki yazma isteğine kulak verdik.öncelerde yazmak bizim ne haddimize desekte şimdiler de yazmak hayatımızın en önemli parçalarından biri haline geldi.
Şimdi hepimiz elinin tuttuğu kalemin hakkını yavaş yavaş vermeyi öğreniyor. Tiyatroyla ilgili oyunlar,prologlar,karakterler,diyaloglar,skeçler yazıyoruz..Hatta kimilerimiz yeteneklerinin üstüne giderek şiir yazmaya da çalıştı.her geçen gün kendimizi geliştirdik  tiyatroyla.Bazen sadece muhabbet ettiğimiz günler bile oldu ama hepsi kendimizi keşfetmekte kullandığımız yollardı aslında.
Açıkçası yaz sezonunda öğrendiğimiz,gördüğümüz,duyduğumuz,düşündüğümüz ve tartıştığımız onlarca konu ve olay var ki bunları bültene sığdırmak oldukça zor.sahne ve kitap tozunu fazlasıyla yuttuğumuz şu günlerde tiyatrodan ve turtadan hiç kopmamak dileğiyle. 

Betül Gaye Dinç    2009